30 Aralık 2012 Pazar

Arkadaşlığın

Deniz;

Geçen gün çok yakın arkadaşlarınla birlikteydik. Senden ve anılarımızdan bahsettik. Sonrasında ben de düşündüm.

Çok iyi de bir arkadaştın aynı zamanda. Nasıl açıklasam, bazen sözcükleri öyle zor buluyorum ki... Sanki düşüncelerim düğümleniyor.

Senin yeni tanıştığın insanlara olan davranışında dikkatimi çeken, özel olan bence şuydu: Birçok insan sanki 'Senin arkadaşın olurum, ama şöyle yaparsan' diye düşünür. Mesela 'Falancayı ararım, ama o da beni ararsa.' Sen öyle değildin. Böyle karşılıklılık arayışlarından da çok hoşlanmazdın. Herkese önce 'Senin arkadaşınım' diye yaklaşırdın. Bir insanın başta farklı görünmesi, alışılmadık davranış biçimleri sergilemesi, seninle uyuşmayan zevklere sahip olması, hatta ters bir şey söylemesi... senin için hiç önemli de değildi. Sen önce yeni tanıştığın insanın arkadaşıydın. Ters bir şey söylerse de cevabını yapıştırırdın canım! Hiç kırmazdın ama.

Kötü niyetli bir yaklaşımda bulunmadığı sürece (bir de yapmacıklığa hiç dayanamazdın), herkesle arkadaş olabilirdin. Seninle tanıştığımızda bu koşulsuz sevgin beni çok etkilemişti. Sevdiğin bir insanın her konuda sonuna kadar yanında olurdun, hiç lamı cimi olmazdı.

Bilgini, deneyimlerini, heyecanlarını, eşyalarını... arkadaşlarınla koşulsuzca paylaşırdın, senin için çok değerli olan her şeyi cömertçe sunardın, kendine saklamazdın. 'Hadi hep beraber Belgrat ormanına gidelim' diye insanları arardın; güzel bir şey yaşayacaksak da hep beraber yaşamak isterdin.

Bu cömertliğinle birçok arkadaşına, öğrencilerine ve tabii bana da ilham oldun. Senin paylaştığını görünce insanlar da seninle paylaşmak istiyordu her şeylerini.

Hele bir de insanlarla aynı ilgilere sahipsen sohbetine doyum olmazdı. Normalde az konuşan o adam, gözleri parlaya parlaya başlardı anlatmaya, sorular sormaya, dinlemeye... Yan yan gülümsemen, el kol hareketlerin, duruşun, sesin, sözlerin, nidaların, gülüşün hep gözümün önüne geliyor senin bir arkadaşınla harıl harıl sohbetini hatırlarken.

Senin bu koşulsuz arkadaşlığını ve sevgini özlüyorum Deniz. Hem de çok!

25 Aralık 2012 Salı

Kabullenme

Deniz'in ölümünü artık kabullendiğimi sanıyordum ama sanırım daha çoook uzun yolum var. Bazen  'Nasıl ya, her şey eskisi gibi, bir değişiklik yok ki' diyorum. Kazanın olduğunu unutuyorum.

Bayadır Deniz'le rüyamda konuşuyoruz falan, hatta bana talimatlar da veriyor. O sırada kazadan önce, birlikte olduğumuz zamanki sıcaklık, bütünlük ve o 'her şey çok güzel, daha da güzel olacak' hissi geri geliyor. Sonra uyanıyorum ve o kocaman boşluk, o buz gibi soğukluk ve korku tekrar içime çöküyor. Günüme normal seyrinde devam ediyorum.

20 Aralık 2012 Perşembe

Uzun yaşamın sırları...

Kazadan sonraki zamanda bayağı düşündüm. O gün yola çıkmamış olsaydık bütün bunlar olmayacaktı. Sakin sakin yaşamımıza devam edecektik. Herhangi bir şey bizi engelleseydi. Araba çalışmasaydı. Benim karnım ağrısaydı (sık sık ağrıdığı gibi). Deniz'le kavga etseydik, karşılıklı inatlaşsaydık, 'seninle hiçbir yere gitmiyorum' aşamasına gelseydik. Ertesi gün sakinleşip, barışıp, rahatlayıp gitseydik. Yeter ki tam da o gün yola düşmeseydik.

Bütün bunları kaza olup bittikten sonra söylemesi kolay. Yola çıkarken kaza yapacağımız aklımızın ucundan bile geçmezdi ki. Sonradan 'şunu şunu değiştirmek gerekiyordu, sen de şöyle yapsaydın, ben de böyle yapsaydım, köşedeki trafik polisi de bunu yapsaydı, ordaki yaya da şuraya adım atsaydı, tam da o an güneş gözümüze şu açıyla vursaydı' denebilir, ama bunlar o anı yaşamadan asla bilinemeyecek şeyler. Ölümcül bir kaza geçirip eşimi o kazada kaybedeceğime ve o kazadan canlı çıkacağıma yola çıkarken ben de ihtimal bile vermezdim.

Bunları düşününce aklıma başka şeyler de geliyor ister istemez. Acaba hayatta kalmayı garantilemenin yolu nedir?

Evden hiç dışarı çıkmamak mı? Arabaya binmemek mi? Motosiklet kullanmamak mı? Uçak yolculuğu yapmamak mı? Hiç yurtdışına çıkmamak, yaşadığımız şehri terketmemek, hatta semtimizin dışına adımımızı atmamak mıdır? Dışarıda yürümemek midir? Bütün bunlar kendince büyük ya da küçük bir sürü tehlike barındırıyor. Sokakta yürürken kafamıza tabela düşebilir. Karşıdan karşıya geçerken dikkatsiz bir sürücü bizi çiğneyebilir. Kendimizi hiç ilgimiz olmayan bir kavganın ortasında bulabiliriz. Arabayla giderken herhangi bir anda araba takla atabilir. Motosikletimiz uçurumdan yuvarlanabilir. Uçağımız düşerse zaten kurtulma olasılığımız sıfıra yakındır.

Ama biz gene de bunların hepsini yapıyoruz. Piyangonun o anda bize vurmayacağını varsaymak zorundayız. Başka türlü yaşayabilir miyiz?

Diyelim evden hiç dışarı çıkmadık. Bizi evde bekleyen tehlikeleri ne yapacağız? Kalp krizi geçirebiliriz. Beyin anevrizması yüzünden o anda yaşamımız son bulabilir. Mide kanaması geçirip ölebiliriz. Bir arkadaşım anlatmıştı; tek başımızayken boğazımıza zeytin çekirdeği kaçıp ölürsek ne olacak? Doğalgaz sızıntısı, elektrik çarpması, yangın... Peki evde hareketsizlikten bir kan pıhtısı gelip akciğerimize ulaşırsa ne yapacağız? Evden çıkmazsak bize kimin bakacağını hiç gündeme getirmiyorum bile.

Doğum yapmak bile başlı başına çok riskli bir iş; yani yaşamın kendisi bile ölümle komşu sanki, burun buruna.

Bir sonraki anı yaşıyor olarak geçireceğimize nasıl emin olabiliriz?

Hayatta kalmanın yolu nedir bilmiyorum. Ama sanırım evde oturmak değil.

14 Aralık 2012 Cuma

Motosiklet - Bölüm 1


Deniz;

Motosiklet bizim için baya acayip bir konu -tek başına birkaç giriş yapar herhalde. Eh, madem evlilik yıldönümümüz, ben de senin en sevdiğin şeyden bahsetmeye başlayım yavaştan. Mutlu yıllar!

Ta 2005'te motosikletle ilgili kaşınmaya başlamıştın sanırım Deniz. Olimpos'a gittiğimizde skutır (türkçesi var mı bilmem) kiralamıştık, Maden denilen bir koya gitmek için. Mayolarımız, pareolarımız, şortlarımız, terliklerimiz ve kafamızda kiralık kasklarımzla baya komik görünüyorduk. Maden yolunda skutırın küçücük tekerleriyle o çakıl çukul arazide çok da fazla yol alamamıştık hatırlarsan. Sarsıcıydı. Baya gülüp amma da saçmaladık diyip geri dönmüştük. Galiba iki günlüğüne kiralamıştık skutırı, bir yerlere daha gittik, hatta ben de denemiştim. Rüzgar... Rüzgar çok güzeldi. O zaman pek üzerinde durmuyordun ama, yavaştan kafanda planlar oluşmaya başlamıştı sanırım motorla ilgili.

Daha sonraki gidişlerimizde skutırı bırakıp kros motor kiralamaya başladın. Bir seferinde ona da birlikte binmiştik, daha rahat yol alınıyordu ama ikimizi birden taşımakta biraz zorlanıyor muydu ne? Tabii o zaman ben daha bindiğimiz şeyin 'kros motor' olduğunu bilmiyordum. Motosikletti işte. Yalnız ne kadar da eğlenceliydi! Senin derdin öyle hızla gitmek felan değildi, derdin arazide hoplamak zıplamaktı çekirge gibi. Biraz da ara yollardan gitmek tabii ki.

Bir ara ben harıl harıl çalışıyorken sırf iki günlüğüne gene kros kiralamak için Olimpos'a tek başına gitmiştin. Böyle kasklı masklı, çamurlu mamurlu fotoğraflarını çekmiştin motorla. 'Tamam' dedim ben. Bu adam boşu boşuna sırf motor için bilmemkaçyüz kilometre yol tepmez.


Sanırım 2006 felandı. Artık gece gündüz motor sayıklamaya başladın. İnternetten durmadan güzel makineler araştırıyordun. 'Enduro' ve 'kros' kelimelerini sık sık telaffuz eder oldun. Ben de yavaştan bunların ne işe yaradığını anladım. Motorcu arkadaşlarımızla harıl harıl sohbet edip sana en uygun makinenin ar-gesini yaptın. Onların makinelerini denedin. Forumlar okudun, yazdın çizdin, tarttın. Aklın fikrin motordu! Senin geri dönüşü olmaz şekilde bu yola girdiğini anlayıp gülüyordum içimden, baya da seviniyordum.

Sonunda, 2007 civarında ilk kros motorunu aldın. Beyaz bir Honda'ydı ama tam modelini hatırlamıyorum (Hatırlayan var mıdır acaba? Hatırlarsanız yazar mısınız?) Çocuklar gibi sevinmiştin. Zıp zıp zıplamak için birebir görünüyordu. Baya oralara buralara Belgrat ormanına felan gidip çamur kir pas içinde dönüyordun, gözünde yaramaz çocuklardaki parıltıyla. Anlatıyordun da anlatıyordun maceralarını. Gittikçe artan motorcu arkadaşlarınla birlikte, tek başına...

Üniversitede hocalık yapmaya başladıktan sonra oraya da o beyaz Honda'yla gidip geliyordun. Benim o makineyle çok anım yok, çünkü birlikte sadece bir kere binebilmiştik ona. E biraz küçüktü motoru, ikimizi kaldırmıyordu tam. Ama kimbilir neler yaşadın onunla. Sen seviyordun krosunu, ben de seviyordum. Evin önünde dururken yavaştan aynasını vs. sökmeye başlamışlardı da ne üzülmüştük.

Tabii motor keyfini benimle de paylaşmak istiyordun, bir de daha büyük bir makineye geçmek. E ben de istiyordum, birazcık eğlencenin dışında kalmış hissediyordum kendimi. Derkeen F650 günleri başladı! O kısmını da başka bir girişte anlatayım.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Devam etmek ya da etmemek...

Dikkat! Hassas ya da rahatsız edici konu olabilir.

Blogda genel olarak ılıman bir hava tutturmaya çalışıyorum, ama aklımda birkaç giriş var ki biraz zor konulardan bahsediyor olacağım. Bence bunlardan bahsedilmesi gerekiyor ve belki birkaç kişiye yardımcı olabilir, o yüzden bunları sansürlemek istemiyorum. Bu hassas girişleri çok ardı ardına değil de, daha seyrek seyrek yapmayı düşünüyorum. Böyle duyarlı konular olduğunda ufak bir uyarı yaparım; isterseniz okumama ya da bırakıp daha rahat bir günde okuma imkanınız olabilir.

Benim için bu süreçte itiraf etmesi en zor meselelerden biri de artık devam etmeme isteğiydi; ya da devam etme isteksizliği, duruma göre. Hala da öyle. Bu duyguyu Deniz öldükten sonra birkaç kez çok güçlü şekilde yaşadım. Biri kazadan hemen on-onbeş gün sonraki zamandı. Kendimi sokaktaki arabaların önüne atmak için fırsat kolladım birkaç kere. Atmadım ama atmanın bayağı yakınından geçtim. Yapamadım, annemi babamı düşündüm. Daha sonra 2. ayda çok güçlü bir dürtü daha oluştu. Gerçekten bunu nasıl gerçekleştireceğimi ince ince planladım. Çok rahatsız oldum ve hemen bana en yakın birkaç kişiyi uyarıp beni izlemeye almalarını sağladım. Duygu üçüncü kez de 3. ayda, yurtdışında arkadaşımı ziyaret ederken geldi. Abime mail atıp durumu en azından söze dökmüş oldum, sağolsun o da caydırıcı bir cevap yazdı. Hala da ara-sıra gidip geliyor bu duygu ama yas sürecinde bu tür gidip-gelmelerin bir yere kadar normal olduğu yazıyor birçok sitede. Ama 'o yer' neresi ben de tam bilmiyorum.

Böyle ergenlik yıllarındaki 'aman da kendimi keserim, intihar ederim' şeklindeki biraz da dikkat çekmek ya da ayrıksı görünmek derdindeki bir iddiadan değil, gerçekten artık varolmak istememekten bahsediyorum. Bu tarifi çok zor bir şey.

Hayatıma Deniz'in kaybı atom bombası gibi düştüğünde herhangi bir gelecek öngörüm kalmadı, tüm umudumu yitirdim ve hayatta artık hiçbir şey istemez hale geldim. Deniz; yaşamımda en çok sevdiğim, beni tam olarak anlayan, tam olarak anladığım tek insan, diğer yarım da artık burada olmadığına göre, benim tek başıma devam etmemin ne anlamı vardı?  Bütün yaşamımı Deniz'le birlikte kurgulamıştım, o gidince önümüzde açtığımız tüm yollar sanki bir depremle yokoldu. Birlikte geçireceğimiz yılların hepsi silindi gitti.

Umut, yaşam için gerekli biricik şey sanırım. O olmayınca, hiçbir şey istemeyince varolmanın da mümkünlüğü ortadan kalkıyor galiba -en azından öyle algılanabiliyor. Bilmiyorum, bu belki insanın içinde yaşam içgüdüsünün yanında ölüme ilişkin bir içgüdünün de olduğuna işaret edebilir. Çok şaşırtıcı; kendimle ilgili böyle bir şeyden bahsedeceğimi yıllarca düşünsem aklıma bile getirmezdim. Sanki katıksız bir yaşama sevinciyle dopdoluydum. İşte, birkaç aydır devam etmeme duygusuyla boğuşup duruyorum. Her zaman aynı şekilde hissetmiyorum ama, duygularım sürekli değişiyor. Devam etmeme dürtüsünü daha ziyade dışarıdan bir gözlemci gibi incelemeye çalışıyorum ve kendimce makul davranmaya gayret ediyorum.

Eğer siz de bu konuyla boğuşuyorsanız şunu bilin ki sizin de duygularınız her zaman değişiyor. Şu anda çok zor durumda hissediyor olabilirsiniz ama yarın uyandığınızda, üç gün sonra, yirmi gün sonra, beş ay sonra çok daha farklı hissedeceksiniz ve sorunlarınız size eskisi kadar büyük görünmeyecek, en azından o kadar büyük görünmeyeceği bir gün gelecek. Size ihtiyacı olan birçok kişi var; onlara yardım etmek size de umut verebilir. Tabii benim uzman felan olmadığımı, sadece kendi deneyimimi paylaştığımı hatırlatmak isterim. 

Eğer kendinize zarar vermekle ilgili herhangi bir düşünceniz varsa hiç beklemeden hemen bir uzmandan yardım alın ya da güvendiğiniz bir yakınınıza haber verin. Başka çıkış yolları var, emin olun! Söz mü?

6 Aralık 2012 Perşembe

Hayat böyle...

Deniz,

Artık arkadaşlarımla, akrabalarımla konuşurken senden bahsettiğimde 'Eh naapalım, hayat böyle' dedikleri aşamaya geldik. Tabii ki bu beklenen bir şey. Yaşam, yaşayanlarla ilgileniyor. Bu durum benim içimi acıtıyor, ama olağan bir durum aynı zamanda.

Yaşam son hızla akıyor. Bakılacak bebekler, koşturan çocuklar, gelecekleri hakkında endişelenilecek gençler, hamileliğin heyecanını yaşayan anne-baba adayları, çalışma ve/veya aile stresinden parçalanan yetişkinler, yaşamlarının ikinci baharını iyi geçirmek isteyen yaşlılar, bakılacak hastalar, yetiştirilecek işler, işler, işler... var. Öyle de olması gerekiyor. Senin bu pencerede kendine yer bulamaman beni üzüyor Deniz, üzecek de. Ama başka türlü olamıyor sanırım.

O yüzden tabii ki insanlarla yavaştan yaşamla ilgili konuşmaya; seninle ilgili düşüncelerimi, duygularımı daha ziyade kendi içimde yaşamaya başladım Deniz. Senden burada ve günlüğümde bahsediyor olacağım.

Bende çok bir değişiklik yok, hep aklımdasın. Hep kalbimdesin. Hep özlüyorum seni...

2 Aralık 2012 Pazar

Aralık, sıradan bir ay...

Aralık benim için çok zor bir ay olacak bu sene. Hem doğum günüm, hem evlenme yıldönümümüz (14 Aralık), hem de yılbaşı. Bunların hepsini birden Deniz'siz, tek başıma kutlamak zorunda olacağım.

Belki tahmin edersiniz, bu seneye kadar Aralık en sevdiğim aydı. Evlenme yıldönümümüzde Deniz'le genelde bana evlenme teklif ettiği mekana gidip biraz vakit geçirirdik. Evlenmiş olduğumuz için çok sevinirdik. Doğum günümü de oraya yakın bir yerlerde (hadi söyleyim, Kadıköy Kadife sokak!) kutlardık. Deniz o günleri özel bir hale getirmek için mutlaka bir şeyler ayarlamış olurdu, mesela minicik bir hediye. Düşünceli adam, güzel adam... Kadife sokak benim için her zaman çok özel bir yer olmaya devam edecek. Oralardan geçerken hep Deniz'i düşünüyorum. Nerden geçerken düşünmüyorum ki?

Yılbaşı... O da kendi içinde bambaşka bir konu olacak büyük ihtimalle.

Herhalde Ankara'da, Deniz'in mezarında olacağım bu tarihlerde. Orada, Deniz'le  kutlayacağım bu özel günleri. Bakalım neler hissedeceğim. Ah! Bana güç dileyin...